17 Mart 2010 Çarşamba

"kedidir, kedi!"

Kedi besleyen erkeğin daha yeni prim yapmaya başladığı dönemlerdi.ellerinde, kollarında kedi tırmıkları olanlara “evde kedi besliyorum çünkü kadın ruhundan anlıyorum” erkeği mertebesine dikey geçiş hakkı daha yeni yeni veriliyodu.bi kedi mıncırmasıyla alıyodun manitaların aklını.ve daha ucuzuna verenini de bulamıyodun.(aklını)

Benim ise büyük kro dönemlerimdi.Dominos'a pizza içi götürüp "kaç tane çıkarsa abi ehehe" diye sırıtıcak kadar yüzsüzdüm.eve tencerelerle dönünce de gündeki komşularla beraber gülüyodu annem bana.mahallede maç yaparken milletin bacak arasından geçirince topu, saha kenarından yükselen “hobaaa” sesleriyle bi aylık ego masraflarımı karşilayabiliyodum.eve gelince tişörtüm bütün terimi emercensi butonluyo, benim içimse “artık terli değilsin olm banyo yapmana gerek yok.” tezahüratlarıyla yapmıcağimi bildiğim duşun pişmanlığıyla doluyodu.Bi sigara yakıp balkona da çıkamıyodum çünkü sigara içmeyi bilmiyodum.

Sonra sırf şekil olsun die çıplak ayakla çıktığım bi balkon sefasında bozdum motoru.öle sanıyodum en azından.marş basmıyodu.bi gırlama vardı ama almıyodu bi türlü.derken gırlayan kedisi düştü aklıma yine.gıdısını kaşıyınca uzun uzun orgazm gırlamaları atardı.gözler kapanır, gırlaması; yatağın uzak köşesinde titreşen cep telefonu etkisi yapardı.işte tam o inlemenin pik yaptığı yerde kaşımayı kesip ani bi tokat çakardım suratının ortasına.o orgazmik ifade yerini bi anda "noluo lan?!" irkilmesini takiben "ben de burda uyyakalmışım o kadar da işim vardı" bakışına bırakırdı.ama farkındaydı.düşmanın kucağında uyuyakalmanın cezasını elbet çekecekti.ben onun bu utanç anını doyasıya seyretmek için arkama yaslanırken o da tüylerinde tek tük kalmış gurur kırıntılarını yalayarak olay mahalini terk ederdi.böylesine bi saygı sevgi ortamında geçinip gidiyoduk.aynı takım için ter döken 2 kavgalı futbolcu gibiydik evde.ama ikimiz de ekmek parası için birbirimize katlanmak zorundaydık.çünkü ikimiz de seviyoduk onu.

Motorun bozulması da çok bozmuyodu aslnda beni.yola bozuk motorla devam etmek iyiydi.olası bi gecikme durumunda faturayı bozuk motora kesebiliyodun.geç kalmama şaşıracak diildi tabi ama bahanesiz geç kaldığım hiç olmamıştı.zaten programlar da her an bozulabilecek bi motor hesaba katılarak yapılıyodu.o yüzden buluşma saatlerimiz arasında en az 5 boylamlık farklar olurdu.ve ben hep korkardım bi gün çok erken gelip de onu bulamamaktan.ama anlatamıyodum.yine de genelde hep ben geç kalıyodum.ya da o hep erken.

kandırıoduk sürekli birbirimizi.böyle gitmeyecekti.

sonunda evde hep beraber 9 aylık oynadığımız bi gün yaşanan olay artık bardağı taşıran son damla oldu.normalde ikimiz oynarken kaleye geçmeyen adam, o gün sırf ona yaranmak için bi erdemmişcesine “tamam, ben kalede başlarım.” dedi.biliodum ki o olmasaydi beni kaleye geçirmek için binbir oyun çevirecek, sektirme yarışında hile yapıp 4 ayağını da kullanıcaktı.ama şimdi bunu bi şekilde fırsata çevirmeli ve onu o kaleden çıkartmamalıydım.ilk pasta golü yaptım ve koridorda tek elimi kaldırıp pis pis gülerek koşaradım sevindim.sergen’i severdi.ve sergen hep böle sevinirdi.ama bişey olmuştu.golü atan sanki sergen diil de emre belözoğluymuşcasına bakıyodu bana.gol sevincinden dönerken pozisyonun ofsayt olduğunu ögrenen madara forvet ifadesiyle “nooldu?” dedim.gol için fazla hırslanıp biraz sert vurmuştum topa.gelen golün sarhoşluğuyla da kırılan vazonun sesini bile duymamıştım.nefret ediyodu benden.“Oyunun kurallarını değiştirdik.” dedi.gol atan kaleye geçiyodu.

nası bi oyundu lan bu?gol atan neden kaleye geçmekle cezalandırılıyodu?oyundaki tek golü neden ben atmıştım ve onlar neden yanpaslarla geniş alana yayılıp şut bile çekmiyolardı?

Bu ilişki artık temelli tek taraflı olmaya başlamıştı.çanlar benim için çalıyodu.ya içindeydim bu çemberin ya da dışında ter atıcaktım.

ben dışında kalmaya karar verdim.çünkü 9 canı vardı adamın ve birinde olmasa birinde mutlaka benimkini elime vericekti.iyiydi çünkü.işinin en iyisiydi.can/kat=1 hesabına göre herifi 8.kattan atmak bile bi işe yaramiycak, beni tahtalıköy'e kargo tulumbalıycak tek canı her türlü kalıcaktı.mağlubiyeti kabul etmiştim artık.sadece duymak istiyodum.

eşyalarımı topladım,aypodumu pili bitmesin die slow şarkılarla doldurdum ve kapının önüne geldim.anlasın die montumu mümkün olduğunca sesli bi şekilde giyip ayakkabılarımı yere vurarak yürüme efekti yapmaya karar vermiştim ki mutfaktan gelen gümbürtüyle irkildim.tezgahta gezerken bardaklari devirmiş olmalıydı.hasılata bakmak için mutfağa koştum.bu sefer orjinal altyazılı ayak sesime içerden bi cevap geldi:

kedidir, kedi!

Hiç yorum yok: